Haberler

TÜRKİYE'NİN SON 70 YILININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Bu yazdıklarımı okuyacak yaşta olanlar için 70 yılın ilk 50 yılında olanları hatırlamak yeterli olacaktır. Zira son 20 yılı hep beraber yaşadık. Yaşadıklarımız da hafızalarda çok taze. Onları yazmaya gerek duymuyorum; burada duruyorum....

resim
24.01.2022

Bugün TV’de Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü dolayısıyla yapılan bir anma programı izledim. Değerli araştırmacı gazeteci’nin eşi Güldal Hanım, stüdyoda idi. Eşinin ölümü ile yaşadıklarını, yayınladığı kitapta ayrıntılara inerek anlatmış olsa da bazı anılarını, özellikle suikastın faili ve onun peşine düşen resmî yetkililerle olan konuşmalarını paylaştı.

Öteden beri devletin nihaî karar mekanizmalarının hassas noktalarında kim ya da kimlerin oturduğu kamuoyunda hep tartışılmıştır. Derin Devlet diye bir kavramdan söz edilmiştir. Var veya yok; kim veya kimler merak da etmiyorum. Ancak egemenliğimiz söz konusu olduğunda, biz yurttaşların hayatını derinden etkileyen kararı verenlerin kendilerini gizlemesinin; vicdanları rahatlatacak bir şeffaflık olmamasını eleştirenlerden olmuşumdur.

Bugünlerde Türkiye’nin 1952 yılındaki halini alıcı gözle yansıtan kısa bir film, sosyal medyada dolaştırılırken bana da ulaşmıştı.  1952’de, girmek istiyorduk ama NATO’ya henüz girmemiştik. Film[1]Amerika’nın Silahlı Kuvvetlerince hazırlanmış izlenimi veriyor. 70 Yıl sonra o yıllardaki halimizi hatırlayınca bugünkü duruma gelişimizin km taşları hafızamda canlandı. O yılları yaşamışlarımıza hatırlatmak, yaşamamış gençlerimizi de bilgilendirmek istedim. Tarafgir olmak için hiçbir sebebim olmadığı için objektif olmaya özen gösterdim.

1950-60 yılları dünyada 2.DS sonrasının yaralarının tedavi edildiği yıllardı. Türkiye’de ise savaşa girmek istemeyişimizle, 1940’lı yıllarda katlandığımız uzun Seferberlik Yıllarının sıkıntılarından bıkmış %80’i kırsalda yaşayan bir toplum olarak, demokratik düzene geçmiş olmakla geleceğe büyük umutlarla bakışımız köylerde bile pek canlı idi.

Biz savaşa katılmamış olsak da katılanlar, ABD’nin önderliğinde Batı Blokunu oluşturmuşlar NATO Savunma Örgütü üyesi idiler.  Balkanlar ve Orta Avrupa ülkelerinden bazılarını işgal ile Komünist Rejimini empoze eden Sovyetler Birliğinin (SSCB)’nin despot lideri Stalin’in şerrinden korunmak; yayılmacı iştahına direnebilmek için Batı Blokunun tam üyeleri arasına katılmak istiyorduk. Sanırım o film, NATO’ya katılma isteğimize karar verecek olanları bilgilendirmek amacıyla hazırlanmış. Vakıa savaşın sonuna doğru biz de ABD’ye yanaşmıştık. Aramızda özel anlaşmalar imzalayarak ABD’nin savaşa katılmış ülkelere vermeyi kararlaştırdığı, adına Marshall denen yardımdan yararlanma yolu o zamandan açılmıştı. Olsun varsın fazla mal göz çıkarmazdı.

Bu korku ve heves, siyasi karar vericilerimizin olaylara dar açıdan bakmaları, aymazlıkları yüzünden hayli pahalıya mal olmuşa benzer. Siyasi iktidarın iflas ekonomisi yüzünden 1960 askeri müdahalesini ve ilk toplumsal kutuplaşmasını yaşadık. Üstelik gelenekselleşti.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması; fakat kısa süre sonra Rum kesiminin bütün yetkileri kendinde toplayıp Türk kesimini dışlaması, uluslararası planda ciddi bir dönüm noktasıdır.  1968 Gençlik Olayları, Avrupa’da başlayıp üniversite hayatında yeni yapılaşmalara vesile olsa da bizde, ne yazık ki, hiçbir yapıcı sonuca yol açmadı dense yanlış olmaz. Olaylara ideolojik gözle bakıp nedenlerine inilmemesi büyük talihsizlik oldu ve etkileri derinden hissedildi...

1971-1980 arası yıllar, siyasete kendi ideolojileri ile şekil vermek isteyen Sağcı-Solcu etiketli ama ne olduğu tartışılmadan silahlı kavgaya dönüş(türül)en veterörü araç edinen gençlik hareketleri olarak anımsanır. Yayılan teröre karşın siyaset erbabının sen-ben kavgasına karşı olduğunu söyleyen ve uyaran 12 Mart 1971 Askeri Muhtırasını, yerleşik sağcı düzenden yana ve solcu düzeni savunanlara karşı verilmiş algısı yaratılarak yapılansağduyulu değerlendirmeler ne yazık ki, gündem oluşturamadı.

Sol ideolojinin egemenliğini toplumsal barış için şart gören gençlerin çeteler oluşturup, devletin kurulu düzenine savaş açması; sağcılık iddiasında olanların da kendilerini güya devleti savunuyormuş algısı ile konumlandırması; üstelik bu gruplara örtülü destek veren siyaset kurumunun toplumdaki kutuplaşmayı oy sömürüsü için kullanma bencilliği, sosyo-ekonomik dengeleri altüst etti. Aşağıdaki kanaat önderi nitelikli aydınlarımızı o kısır sağ-sol terörü içinde kaybettik.

1978, 24 Mart    -Doğan Öz, Hukukçu, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı (suikastçı tarafından katledildi.)

1978, 11 Temmuz              -Bedrettin Cömert, Akademisyen, çevirmen, yazar (iki suikastçı tarafından katledildi)

1979, 1 Şubat     -Abdi İpekçi, Gazeteci-Yazar katledildi.

1979, 20 Kasım  -Ümit Doğanay, Prof. Dr. İÜ Hukuk Fak. Öğr. Üyesi (katledildi)

1979, 7 Aralık    -Cavit Orhan Tütengil, Prof. Dr.  katledildi.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtından oy devşirme çabaları, siyasi çekişmeleri büyüttü; yetmezmiş gibi sömürücü siyasi zihniyetin sorumsuzca ve milliyetçiliği başkalarına yakıştırmayarak cephe oluşturması ile sosyo-ekonomik dengeler iyice bozuldu ve dikiş tutmaz oldu. Çözüm IMF’den geldi; 24 Ocak 1980 kararları ile ekonomi soğutuldu; 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi ile de terör bıçak gibi kesildi!

Ama 1980’li yıllarda, ASALA saldırılarıyla yurt dışında görevli 43 Diplomatik görevlimiz suikastlarla katledildi. Akabinde PKK terörü ile yurt içinde binlerce yurttaşımız hayatını kaybetti.

1970’li yıllardan 1990’lı yıllara gelinceye kadar ülkemiz büyük bedeller öde(til)di. Ama yetmedi. 1990’lı yıllar bizi 2000’li yıllara hazırlayan birçok gelişmeye sahne oldu. Siyasi istikrarsızlık; teşkil edilen ve dağılan koalisyonlarla on yılda on bir hükümet kuruldu. Yine terör, yine ekonomik kriz, yine yokluklar ve yine IMF’li çözüm... Çok değerli kanaat önderi nitelikli aydınımızı suikastlara kurban verdik. İşte onlardan bazıları:

1990, 31 Ocak    -Muammer Aksoy, Prof. Dr. ADD Kurucu Başkanı katledildi.

1990, 7 Mart       -Çetin Emeç, Gazeteci (suikastçı tarafından katledildi.)

1990, 6 Ekim       - Bahriye Üçok, Doç. Dr. katledildi.

1993, 24 Ocak    -Uğur Mumcu, Araştırmacı Yazar “Kalpaksız Kuva-yi Milliyeci” katledildi

1993, 5 Şubat     -Adnan Kahveci, Bakan (anlaşılmaz bir trafik kazasında öldü)

1993, 17 Şubat   -Eşref Bitlis, Orgeneral J. Gnl K. (bindiği uçak düştü ve öldü; sabotaj şüphesi kalkmadı).

1993, 2 Temmuz-Asım Bezirci, Eleştirmen, yazar (Sivas Madımak Oteli yangınındahayatını kaybetti)

1995, 11 Ocak    -Onat Kutlar, Yazar, katledildi.

1999, 21 Ekim    -Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Dr. katledildi

2001, 24 Ocak    -Gaffar Okan, Diyarbakır Emniyet Müdürü katledildi.

2002, 18 Aralık -Necip Hablemitoğlu, Doç. Dr. katledildi.

2003, 8 Eylül      -Recep Yazıcıoğlu, Efsane Vali (2 Eylül 2003’teki anlaşılmaz bir trafik kazasına kurban gitti)

2006, 17 Mayıs      -Mustafa Yücel Özbilgin, Yargıç, Danıştay Üyesi, katledildi.

 

Bütün bu olaylar, hareketler ve aktörlerde şu haklı bu haksız idi şeklinde bir yargıya yol açmamaya dikkat ettim. Olanlar birer vaka idi; koşulları oluşmuş ve vuku bulmuştur. O olayların yıllarını yaşamış ve pek çoğuna şahit olmuş biri olarak, bunlardan bir kesiti kuşbakışı bir gözle ilgi duyanların dikkatine getirmek istedim.

Üzerinden bunca zaman geçtikten sonra haklıyı haksızı ayırt etmek bana değil, tarihçilere düşer. Ancak şu kadarını söyleyebilirim. Suç varsa suçlu da vardır. Ülkemiz ve insanımızın ağır bedeller ödemesine yol açan bu olayların pek çoğu önlenebilirdi. Önleyebilecekken önlenmesine gerekli katkıyı ver(e)meyen herkesin bu sonuçlarda payı vardır. Zira olaylar birbirini tetikleyerek ilerlerken, yurttaş sorumluluğu bilincine sahip herkes kendisinden önce, toplum için iyi olanı yapar ve gösterirdi. Olamamış; yapılanlar yeterli olmamış..

Bu yazdıklarımı okuyacak yaşta olanlar için 70 yılın ilk 50 yılında olanları hatırlamak yeterli olacaktır. Zira  son 20 yılı hep beraber yaşadık. Yaşadıklarımız da hafızalarda çok taze. Onları yazmaya gerek duymuyorum; burada duruyorum.

Altını ısrarla çizmek isterim ki, bu olaylara bakıp kabahati başkalarında bulup, onlar her kimse onları suçlamaya kalkmayalım lütfen. Görünen manzara biz Cumhuriyet Yurttaşlarının görevini iyi yapmadığının resmidir. Bunun böyle algılanması geleceğimiz için de sağlık alameti sayılmalıdır.

Esenlik dileklerimle;

İstanbul, 23 Ocak 2022

Dr. Necati Saygılı

Sayfa başına dön!