BN Mesajları

Yeni Türkçe Kur’an- Hasan Âli Yücel –Kasım 1957

Dinimizin büyük kitabının adı, «Kuran» dır. Onu böyle adlandıran, kullar değil, bizzat kitabın sahibi, Allah'tır. «Kuran», okunacak şey demektir. Yani okuma kitabı.

resim
01.04.2012

Hasan Âli Yücel'in Kasım-1957 yılı yeni adam dergisine alıntı yapılan Baltacıoğlu ve Kur’an çevirisi hakkındaki makalesini o günlerin Türkçesinde hiçbir güncelleme yapmadan orijinal hali ile yayımlıyoruz.

 

 

 

 

YENİ TÜRKÇE KUR’AN

Yazan: Hasan - Âli YÜCEL

Şimdiye kadar bizde tutulan usul yanlıştı. Bizdeki Kur'an tercümeleri tercüme değildi, tefsir idi. Tefsirden metne gidilmez. Metinden tefsire gidilir. Şimdi tam Türkçe bir tercüme elimizdedir.

 (CUMHURİYET, İstanbul)

Dinimizin büyük kitabının adı, «Kuran» dır. Onu böyle adlandı­ran, kullar değil, bizzat kitabın sahibi, Allah'tır. «Kuran», okunacak şey demektir. Yani okuma kitabı. Oku­madan murad ise anlamaktır. Allah, kendi kitabına, birçok yerlerinde «Mübîn» sıfatını vermiştir. «Mübin» beyan eden, o da «açıklıyan» anlamına gelir. Dinimizin temeli olan kutsal kitabı, giz­li mânalar dolu bir sırlar dergisi gibi görüp gösterenler, Allanın, kendi kita­bındaki açıklık, sarihlik hükmüne ve iradesine karşı koymuş olurlar. O, ne bir bilmece, ne bir muammadır. Allahın birliğine, Hz. Muhammed'in yalvaçlığına inananlar için kutsal hayatın kay­nağıdır. Kul, onda Yaradanın sözlerini işitir, buyruklarını öğrenir, ölüm ve dirim üstüne Onun söylediği gerçekleri dinler. Onda varlığının anlamına gi­rer. İnanan, inancının özünü bulur. Yanan ruhlara serinlik, ıstırap çeken gönüllere şifa, çözülmemiş derd dü­ğümlerini açacaklara Onda ferah var­dır. Yüzlerce milyon ölümlü, asırlardan beri yüzlerce milyar defa Ondan yaşama kudreti almıştır.Hasan âli Yücel

Çocukluğumdan beri Onu kendi di­limde, bir cild içinde bulup kısa za­manda bir dirim suyu gibi bir yudum­da içeyim, isterdim. İslerdim ki, Onu güzel bir kaba sarılı, başucumda tuta­yım; sık sık elime alıp bu karışık âlem­den o «birlik» dünyasına göçeyim; kendimden geçeyim ve bu mânevî ha­vanın içine dalıp etrafımın hay-u hu­yundan zedelenmiş ruhumu Tanrısal hakikatin huzuruna erdireyim. Zaman zaman, fakat parça parça bunu başar­dığım olurdu. Zaman zaman ve parça parça... Tefsirler. İzahlı tercümeler, ancak bu kadarına imkân verirdi. Okul­da okuduğumuz arabca da Kur'an'ı ana dili arabca olanların kolaylığı ile okumama elverişli değildi. Ne yalan söyliyeyim. fransızcasından okurdum. Hele konulara göre tertiblenmiş ve 1860 larda yayınlanmış tercüme, elimden düşmezdi. Sûre ve âyet numarala­rını oradan alıp bizim tefsirlerde mâna ve izahlarını bularak bundan faydala­nırdım. «İyi Vatandaş, İyi İnsan» isimli kitabımdaki âyetleri böyle aramış, böy­le bulmuşumdur.

Seneler sonra bu İsteğimin yerine geldiğini gördüm. Şimdi elimde bir cild içinde, türkçe bir Kur'an var. Önümde, Ona saygı ile bakan gözlerimin önünde duruyor. Bize bu kutsal belgeyi su­nan, hocam Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu. Bilmem, onu tanır mısınız? Sanmıyo­rum. Biz, çok kere, şöhret yapmış en is­mi duyulmuş adamlarımızı da olduğun­dan başka türlü tanırız. Şimdi yaşı yetmiş bire ermiş olan Baltacıoğlu'nu, kırk beş yıl önce, Birinci Dünya Harbi İçinde, ilk defa görmüştüm. Uzun, ince bir adamdı. Balkan bozgunundan son­ra yazdığı «Talim ve Terbiyede Inkılâb» adlı kitabını okumuştum. Bu ki­tab adı gibi içi ile de, bugün için da­hi yeni bir kitabdı ve kitabdır. Öğret­men olma kararımı değişmez hale ge­tiren, onun satırlarına yansımış kültür ve terbiye ruhu olmuştur. Kendisini dinlediğim zaman, anladım ki, o kitabdaki coşkunluk, bu dağ insanın alev alev yanan ruhundan geliyor. Profe­sörken öğrencisi, tahsilden sonra dos­tu, Mecliste arkadaşı ve her zaman ya­kını oldum. En dertli, en sıkıntılı, en yoksul zamanlarında bile neşeli, ra­hat ve zengin olan Hakkı Bey, çağdaş Türk topluluğunun en dikkate değer insanlarından biridir. Ruhu şair, kafa­sı bilgin bu adam, bildim bileli biran boş durmamıştır. Sırasında sebzesini satıp geçinmek için bahçesini bellemiş, dergi çıkarmış, halk için kitablar yazıp bastırmış; fakat hiçbir zaman, Türk var­lığını araştırıp ona hizmette hareketsiz kalmamıştır. Unutulmıyacak adam ye­tiştirmek istiyen toplumlar, yetişmiş adamlarım unutmazlar.

Değerli bir sosyolog olan bu mizaç­taki bir insanımız, neden hayatının on yılından fazlasını vererek Kur'an tercümesine cesaret etti? Ona diyecekler olacaktır ki:

—      Medreseden mi icazetlisin? Ezher'de mi okudun? İlahiyat Fakültesi mezunu musun? İmam mısın, hatib mi­sin? Arabcayı nereden bilirsin?

Belki de böyle diyenler olmuştur. Gerçekten o, bu soruların hepsine «hayır!» diyecektir. Yalnız son soruya şöy­le cevap veriyor:

—      Arabca bilmem, ama anlarım. Çünkü bu dili bilmenin alışılmış mânası, medresede «İzhar» okuyup onun sarfını, nahvini bilmek, fakat bir cüm­lecik söylenildiği zaman hiçbirşey an­lamamaktır. Benim, tercüme hakkında bu bakımdan ciddî bir hüküm vermeye yetkim olmamakla beraber İki günde kutsal kitabımızı hatmettiğimi ve tercümeyi pekâlâ anladığımı söyliyebilirim. Elbette derinleşmek ihtiyacını duyduğum noktalar oldu. Bu demek, anlamadım demek değildir. Esasen şimdiye kadar bizde tutulan usul yan­lıştı. Bizdeki Kur'an tercümeleri tercü­me değildi; tefsir idi. Tefsirden metne gidilmez; metinden tefsire gidilir. Şim­di tam türkçe bir tercüme elimizdedir. Bunun tefsiri pek güzel yapılabilir. Metni okuyan, herhangi bir noktada işkâle, güçlüğe düşerse tefsirden onu çözmeye çalışır. Yeter ki önce elinde tam metin, türkçe olarak mevcut ol­sun.

Baltacıoğlu, tercümesinde mümkün olduğu kadar türkçe söylemeye çalış­mış. Böyle yapması, çok kere tam an­lamı bilinmiyen kelimeleri iyice kavra­maya imkân veriyor. Meselâ Kur'an'ın ilk âyeti olan ve Fatiha Sûresinin ba­şında bulunan, her gün, her zaman tek­rar ettiğimiz «El-hamdü lillah» cümlesi­ni «övülmek, yalnız Allah'a yaraşır» diye türkçeye çevirmiş. Halbuki bu âyeti «Hamd, Allaha mahsustur» şeklin­de tercüme edenler çoktur. Biz İse gün­lük dilde «hamd» kelimesini «şükür» karşılığı olarak kullanırız. Su içip yemek yedikten sonra söylediğimiz «El-hamdü lillah» tan da «Sana şükürler olsun Allahım» mânasını çıkarırız. Oy­sa hamd ,eskiden «sena» kelimesiyle beraber kullanılışından da bellidir ki övmek demektir. Aynı sûreden başka bir misal daha vereyim: Türkçe söylemedeki açıklığı ve kesinliği, onda bula­cağınız fark, apaçık gösterecektir: Allahım, biz yalnız Sana ibadet ederiz». «Allahım, biz yalnız Sana taparız.»

Pek çok arab bilginleri, Kur'an'ın arabcadan başka dilde söylenemiyeceğini dâva ederler. (Unutulmasın ki, İn­cil, 1108 dile tercüme edilmiştir!) Bu­nun sebebini dini olmaktan ziyade mil­li histe görmelidir. İslâmlık, bütün İn­sanlara gelmiş bir dindir. Onu gönde­ren Allah, bizi bir kavm olarak yarat­mak istemediğini, türlü şubelere ayır­dığını, her kavme kendi dilinde hitab ettiğini söylüyor ki, bu âyetler önümüz­de dururken Kur'an'ın tercüme edilme­mesinden söz etmek, ancak arab mil­liyetçiliğinin iddiası olabilir; beyaz de­riliyi siyah deriliden ayırmıyan, eşitlik prensibini bütün dünyaya yayan İs­lâmlığın değil... Nitekim bunun bir ör­neğini birkaç gün önce görmedik mi? Gazetenin yazdığına göre, Ankara İla­hiyat Fakültesi profesörlerinden biri Su­udî Arabistan elçiliğinde türkçe konuş­tuğu İçin kendisine gazablanan idari işler müdürlüğü tarafından bu zatın eline geçirdiği bir makasla sol kürek ke­miğinden yaralanmıştır. Dediği de şu: «Bura, Arab hudutları dâhilindedir. Bu­rada yalnız arabca konuşulur.»

Biz, hiçbir zaman kimseye demedik ve demiyoruz: «Bura, Türkiye hududları dâhilidir. Burada yalnız türkçe konu­şulur!» Fakat hudutlarımız dışından ve içinden kimseye de yetki vermedik ve vermiyoruz ki, bizim türkçe söylememi­ze ve yazmamıza müdahale etsin. Hele inandığımız kutsal kitabı, söylediğimiz dilde, ana dilimizde okumamıza kimse­yi karıştırmayız. Baltacıoğlu'nun onu türkçeye çeviren elleri nur olsun, O da kuldur, elbette hatâdan kurtulmuş de­ğildir; yanlışını gören inanıcılara onla­rı düzeltmek farzdır. Bu oluncaya ka­dar biz, Allah kelâmını ana dilimizde ve bir cild içinde zevkle, huşu ile oku­yabiliriz. İşte o kadar!...

 

 

Makalenin Yeni Adam dergisinden taranmış orijinal metni (word)
http://www.beyaznokta.org.tr/cms/images/h.ali%20yücel%20gözünde%20İHB.doc

Öğrenme Devrimi Projesi _İ.H. Baltacıoğlu sayfası

http://www.beyaznokta.org.tr/projelerimiz_ihb_1

http://www.beyaznokta.org.tr/projelerimiz_YeniAdam

 

 İ.H Baltacıoğlu’nun Kur’an çevisi : http://kuranyolu.net/index.php/mealler/ismail-hakk-baltac-oglu

Hasan Âli Yücel

(doğum: 17 Aralık 1897, İstanbul – ölüm: 26 Şubat 1961, İstanbul), öğretmen, eski Milli Eğitim Bakanı, Köy Enstitüleri'nin kurucusu.

Hasan Âli Yücel 16 Aralık 1897'de İstanbul'da doğdu. Aslen Göreleli olan babası; Ertuğrul Fırkateyni'nin kaptanı olan Amiral Osman Bey'in oğlu Ali Rıza Bey'dir, annesi Neyire Hanım ve eşi Gülsüm Refika Hanım'dır. Eğitim yaşamını sırasıyla Mekteb-i Osmani, Vefa idadisi, Cağaloğlu Darülmuallimin-i Âli'ye (Yüksek Öğretmen Okulu) okullarında sürdürdü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi ve 19 Aralık 1922'de öğretmenliğe başladı. 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin (Türk Dil Kurumu) kurulmasıyla Hasan Âli Yücel etimoloji kolu başkanlığına getirildi. 1934 yılında Cumhuriyet Halk Partisi'nden, İzmir Milletvekili olarak Meclise girdi (TBMM 5. Dönem Milletvekili).

28 Aralık 1938'de Hasan Âli Yücel, 2. Celal Bayar hükümetinde Milli Eğitim Bakanlığı'na getirildi. Üniversite reformu (Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi'nin kurulması, Yüksek Mühendis Okulu'nun İTÜ'ye dönüştürülmesi ve Ankara Tıp Fakültesi'nin kurulması), Köy Enstitüleri'nin kurulması, Dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi ve ilk resmi ve telifli Türkçe ansiklopedi olan İnönü Ansiklopedisi'nin ön çalışmaları onun bakanlığı döneminde gerçekleşmiştir. Devlet Konservatuarının kurulması (20 Mayıs 1940), Türkiye'nin UNESCO'ya girişi onun çabaları sonucunda olmuştur. Dört yıllık çabaları sonucunda 25 Haziran 1946'da Üniversiteler Yasası çıkartılır. "Bu yasayla, yüksek öğretim kurumlarının Bakanlıkla olan "sıkı bağı" önemli ölçüde gevşetilmiş, mevcut kuruluşlar yapısal bir bütünlüğe kavuşturulmuş, böylece üniversiteye organik bir karakter kazandırılmıştır. Bu yasanın getirdiği bir başka sonuç da, "dışarıdan gerilim" yerine "içeriden denetim"in getirilmiş olmasıdır. Ankara Üniversitesi de bu yasanın sonucu olarak kurulmuştur."

5 Ağustos 1946'da 7 yıl 5 ay sürdürdüğü Milli Eğitim Bakanlığı görevinden istifa etti. İstifasından sonra gazetecilik görevine döndü. 26 Şubat 1961 tarihinde konuk olarak kaldığı Prof. Dr. Tevfik Sağlam'ın evinde öldü. 2 Mart 1961 tarihinde Cebeci Asri Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Hasan Âli Yücel, şair Can Yücel'in babasıdır.

Alıntı : http://tr.wikipedia.org/wiki/Hasan_%C3%82li_Y%C3%BCcel

Sayfa başına dön!