BN Mesajları

Terbiyenin ezeli prensipleri

Öyleyse hangi tarihte ve dünyanın neresinde olursa olsun okul terbiyesinde devrim öğretim metotlarının değişimiyle değil, yaşatıcı şartlarının değişmesiyle olabilir.

resim
05.10.2012

 

 

O yılların Türkçesi ile yazılmış bu makaleyi hiç değiştirmeden yayımlıyoruz:

 

 

 

TERBİYENİN EZELİ PRENSİPLERİ

Yazan : Ismail Hakkı Baltacıoğlu


En ilkel, en ufak sosyetelerde bile terbiye vardır. İnsan olduğun­dan beri terbiye vardır. Terbiye tabiatın bir olgusudur. İnsanı yasa­mak gibi ölmiye, çalışkanlık gibi tenbelliğe, uyanıklık gibi uyuşuk­luğa alıştıran odur. Terbiye —onun nazariyesi, düşüncesi olan— peda­gojiden de eskidir. Pedagoji yok­ken terbiye vardı. Pedagoji terbi­yenin yerine geçmez, onu anlamıya çalışır. Yapıcı, yaratıcı, üstinsan insanlar görürsünüz, onları vareden en geniş bakımdan muhit­leri ve aldıkları terbiyedir. Sefih suçişleyici insanlar için leke olan insanlar görürsünüz, onların varol­masında da başka sebep yoktur. Bütün bu oluşları idare eden çok basit tabiat kanunları vardır. Onla­rı terbiyenin ezeli prensipleri diye alabiliriz.

Birinci prensip: her terbiye hakiki bir çevre içinde olur, çifçi çiflikte, yüzgeç denizde, balıkçı enginde, aktör sahnede , pilot tayyarede, ma­rangoz atelyede yetişir. Terbiyenin muhiti — bugünkü anlayışımızla —okul değil, hakikî hayattır. Bugünkü okulda hayatın adamı değil, talebe yetişir. Pedagojide —meselâ Ferrière'in iddia ettiği gibi «activité: faaliyet»   diye bir prensip yoktur,

Fakat muhit, çevre diye bir şart ve yahut bir kanun her zaman vardır. Terbiye çocuğu —gelişigüzel — işletmekle olmaz, belki hayatın ha­kikî şartlarını taşıyan askerlik, de­mircilik, bahçıvanlık, pilotluk, şo­förlük gibi hakikî bir meslek ve iş muhitine sokmakla olur. Bukünkü okul derece derece okutma, yaz­dırma, ezberletme, anlatma, işlet­me yerleridir. Bunlardan hiç biri hakikî hayat insanının varolması için yetici değildir. Hakikî okul yetiş­tirmek istediği insanın ne olduğu­nu eyice anladıktan sonra o insanı yetiştiren muhitleri yapan ve ço­cukları onun içine koyan okuldur. Öyleyse hangi tarihte ve dünya­nın neresinde olursa olsun okul terbiyesinde devrim öğretim me­totlarının değişimiyle değil, yaşatıcı şartlarının değişmesiyle olabilir. Bugünkü okullar eski dinlik medeni­yetlerin bir artığıdır. Bu lâik kliseleri yıkıp yerine yeni adam yetiştirmiye mahsus pedagoji endüstrisini koy­mak gerektir.

Bana çok defa sormuşlardır: terbiyede hangi usulü kabul eder­siniz? Ben hiç bir usulü et­mem. Elimden gelse bütün usulleri kaldırır, yerine hayatın tabiî şart­larını koyarım. 40-50 santim enin­deki krizantemleri, 15 kiloluk lahanaları, kol gibi patlıcanları, 20 santim kutrundaki karanfilleri ye­tiştiren şu eli topraklı bahçıvana bakınız. Bu güzel çiçekleri ve zen­gin sebzeleri yetiştirmek îçin «usul»'e mi müracaat ediyor, yoksa ta­biî şartları mı arıyor?

Bahçe ve bahçıvan örneği benzetenin zarurî olan bütün yan­lışlıklarına rağmen eyi bir örnek­tir. Ondan biraz yararlanalım. Okulun en büyük ergelerinden biri olan fikir adamı yetiştirmek ergesini göz Önünde bulunduralım, ve açıkça soralım: bundan ne anlıyo­ruz. Ben bundan ne anladığımı «İçtimai mektep» adlı kitabımda ve 3 yıldan beri Yeni Adam’da çıkan terbiye yazılarımda söyledim. Biz gerçek içinde fikir adamı diye ge­nel ve soyut bir tip değil, kimyaker, hekim, feylesof, fizikçi gibi meslek adamlarını buluyoruz. Öyle ise fikir adamı diyerek meselâ bir fizikçi yetiştirmek istemiş olalım. Şimdi «hakikî bîr muhit içinde» prensipine göre okulda —bu ister ilk, ister orta, isterse yüksek ol­sun— kimyaker nasıl yetişir? İlk okulda ise ilk ölçüde, orta okulda ise orta ölçüde yüksek okulda ise yüksek ölçüde bir kimyaker nasıl yetişir?

İşte cevabı: ilkönce bütün ya­lanlar bir tarafa. Kimyaker herşeyden önce ellerini kafasiyle birlikte işleten bir adamdır. Kimya bir ba­kıma istihsâl sanatıdır, istihsâl için madde, kimya cisimleri, laboratuar ister. Kimya okutulacak bir şey değil, aranacak, bulunacak, dene­necek bir şeydir. Kimyayı okutmak, ezberletmek, anlatarak göste­rerek, malûm “tecrübeleri” yapa­rak da olsa öğretilemez. Ancak il­mi şüpheye ve şahsî çalışmıya ha­zır bir kafa tarafından elde edile­bilir. Yapılacak şey kimya öğreti­mini bütün bu iskolastik arkaik, antipsikolojik artıklardan ve alışganlıklardan uzaklaştırmak bir kim­ya evinin şahsî araştırmalara, ilmî denemelere uygun olan şartlarına kavuşturmaktır.

Fakir bir köyün fakir bir oku­lunda bile olsanız işin lüksünden ve kemiyetinden her şeyi feda edebilirsiniz, fakat ihtiyaçtan ve keyfiyetten hiç bir şey feda edmemelisiniz. İlk okulda çocuğa madde ve onun fizikî ve kimyevî zaruretlerini veren dersle üniver­site de kimyaker yetiştiren dersin ne metotluk ne de terbiyelik fark­ları arasında hiç bir fark bulunma­malıdır. Yürümenin çocuğa göre ayrı, büyük insana göre ayrı kanunları olmadığı gibi fikir- adamı yetiştirmenin de iki türlüsü olamaz. 

Bu yazımızdan çıkacak sonuç şudur: hakikî terbiye hakîki bir çevre içinde olandır.  Bir okulun ve bir hocanın değeri bu hakikatle olan münasibetinin derecesine göre ölçülür.


 1936/112

 

 Yeni Adam'dan Seçkiler : http://www.beyaznokta.org.tr/projelerimiz_YeniAdam

 Makalenin Yeni Adam dergisinden taranmış orijinal metni (word) :http://www.beyaznokta.org.tr/cms/images/YA_Secki2.doc

Sayfa başına dön!