Yeni Adam'dan seçki : Yaşamın anlamı üzerine- A.Einstein

Fakat bununla beraber sade, yani sınıfsız bir yaşamın da herkes için gerek maddiyat ve gerek maneviyat açısından daha iyi olduğu inancındayım.

resim
20.10.2012

 

 

 

 

 

Yaşamın anlamı üzerine

Albert Einstein

 
Varoluşumuzun anlamı nedir, genellikle yaşayan canlı varlıkların varoluşlarının anlamları nelerdir? Bu soruya cevap verebilmeyi başarmak, dini duygulara sahip olmak demektir. Kendime “o halde bu soruyu sormanın anlamı var mıdır?” diye soruyorum. Cevap veriyorum. Her kim kendi yaşamının ve hemcinslerinin yaşamlarının bir anlamı olmadığını iddia ederse, o yalnız talihsiz değil, yaşayabilmesi olanağı da az olan varlık olur. Biz fanilerin bu dünyadaki durumları ne kadar gariptir. Her birimiz yeryüzünde, ancak kısa bir ziyaret için bulunuyoruz; âdemoğlu bunun sebebini bilmiyor, fakat birçok defalar şöylece hissediverdiğini sanıyor. O kadar derin düşünmeye gerek yok, şurası bellidir ki günlük yaşamda bir bakımdan herkes başkaları için, her birey insanlık için olarak tezahür eder. Biz kendi gerçek mutluluğumuzun şartları olan hem­cinslerimizin mutluluk ve refahlarıyla birlikte bizim için meçhul olan tanımadığımız bir yığın kimselerin de baht ve talihlerine kendiliğinden bağlı bulunuyoruz. İşte bütün gün zihnimi kurcalayan bu neden sorusu. Neden benim iç ve dış hayatım atalarımın ve çağdaşlarımın emeklerine, eylemlerine bağımlıdır, ne­den?  Neden yaptığım ve yapaca­ğım her şeyde onların yaptıkları­nın eşdeğerini yapmaya zorunluyum, neden? Benim basit bir hayatı sürüklemeye ihtiyacım var.  Ve hemcinslerimden, bana zorunlu olarak bağışlayacakları şeylerden daha fazlasını istediğimi genellikle güçlükle anlarım.

Toplumsal sınıf farklarının haklı, adilane bir şey olmadığını ve nihayet böyle bir farkın şiddete dayanır olduğunu anlıyorum. Fakat bununla beraber sade, yani sınıfsız bir yaşamın da herkes için gerek maddiyat ve gerek maneviyat açısından daha iyi olduğu inancındayım. Filozofik anlamda insanın özgürlüğüne asla inanmıyorum. Hareket eden her şey yalnız dıştan gelen baskının altında değil, fakat ondan daha önce, içten gelen bir gerekliliğin etkisi altındadır. Schopenhauer'in “şüphesiz insan istediği şeyi yapabileceğini zanneder, fakat her istediği şeyi arzu edemez” sözü çocukluğumdan beri çok canlı bir şekilde benliğime nüfuz etmiştir. Öyle ki, hayatımda rastladığım her türlü tezahürlere ve felâketlere, karşı bu fikir bana tesellinin ve hoşgörünün, tükenmez bir kaynağı olmuştur. Sorumluluk duygusunu yararlı bir şekilde tatlılaştıran ve onu o kadar güçlü bir hale sokan ve ne bizi ne de başkalarını fazla ciddiye almayan böyle bir düşünceye inanmakla insan yaşamının öyle bir kavramına ulaşır ki orada ayrıca mizaha da yer verilir.

Kendisine özgü varoluşunun ve başkalarının kendilerine özgü varoluşlarının anlam ve amaçlarını anlamış olduğu zannına ka­pılmak, objektif bir görüşle daima her manadan yoksun olmak gibi gözükür. Bununla birlikte, diğer taraftan her insanın hükümlerini ve yön­lerini onunla yönettikleri bazı ideallere sahip oldukları inkâr edi­lemez. Böyle bir anlam ile bu ba­kımdan düşünülen refah ve mutluluk bana asla mutlak bir amaçmış gibi gözükmedi (Ahlâkın böy­le bir safhasına ben domuzlar ideal safhası diyorum). Yolumu aydınla­tan ve bana çokça cesaret veren idealler iyilik, güzellik ve gerçek olmuştur. Kanaatlerimin iştirak ettiği bu şeylerle uyumlu olduğumu hissetmeseydim ve amacı objek­tif olanı inatla talep etmeseydim hiçbir zaman yakalanamayan sa­nat ve ilmi araştırmalar sahasında yaşam bana mutlak bir şekilde boş gözükürdü.İnsan yönünün inatla talep ettiği sıradan amaçlar, mallara düşkünlük, dışsal ve görünürdeki başarılar, lüks, gençlik yıllarından beri daima benim onuruma dokunur olarak gözüktüler.

Karakteristik muhalefetinden dolayı adalet ve toplumsal zorunluluklar üzerine hararetli fikirlerimle kendimde daima insanlar gibi ol­mak ve onların cemiyetlerine yaklaşmak ihtiyacının yoklu­ğunu hissettim. Ben gerçek bir beygirim ki yalnız başıma çek­mek istiyorum. Kaygılanmaksızın hemcinslerimizle olan uzlaşmanın sınırı, ancak gelecekte canlı bir şekilde hissedilir. Şüphesiz bu karakterde bir adam kalp temizliği ve tasasız olma durumunun bir kıs­mını kaybeder. Fakat hemcinslerinin düşünceleri ve alışkanlıklarındaki özgürlüğe nazaran daha geniş bir özgürlük kazanır ve dengesini böylece dayanıksız dayanışmalı şey­ler üstünde kurmayı aramaya yel­tenmez. Çağdaşlarımın bana hay­ret ve saygılarının büyük bir kıs­mını hasretmeleri gerçekten talihin cilvesidir. Buna hak kazanmış olayım veya olmayayım. Bu hal birçokları için düşünceden eyleme geçirilemez gibi görünen sürekli bir çalışma ve naçizane gücümle bulduğum birkaç fikrin anlaşılması arzularımdan ileri gelmiş olsa gerekir. Ben çok iyi biliyorum, herhangi bir organizasyonu gerçekleştirmek için büyük bir sorumluluk taşıyarak bir kişinin onu yönetim ve denetiminde bulundurması gerekmez. Fakat baskı altında yönetilenlerin şeflerini seçebilmelerinin lüzum ve manası yoktur. Kanaat getirdim ki salt yasaklayıcı bir idare rejimi az zamanda dejenere olmayabilir. Gerçekten, yasaklama daima ahlaki düzeyi düşmüş insanları çeker ve aynı şekilde fiilen şuna da kanaat getirdim ki dahi tiranların namussuz alçak halefleri de olduğu görülmüştür.  Benim için insanlığın bütün mekanizmaları içinde en değerlisi devlet değil bireydir. Yaratıcı ve duyarlı kişiliktir. Kitleler kalın kafalılık ve sınırlı duygularla çevrelendikleri halde birey ulvi ve asil olanı yaratan tek varlıktır.

Yaşamın en güzel yönü esrarengizliğidir. Bu sanatın ve gerçek ilmin beşiğinde olan şeydir. Bu daha ziyade, fazla bir hayret ve şaşkınlığın hissedilmediği bir şey, sanki gözlerinin feri, ışığı sönmüş bir ölümdür. İşte bu korku ile karışık esrarengiz şeyin izlenimi beni de yarattı.Bizim tarafımızdan etkilenmesi olanağı güç olan şeylerin bilinmesi, anlama gücünün bu çok derin tezahürünün,  güzelliğin bu çok aydınlatıcı tezahürünün anlaşılması ilkel şekilleri içinde mümkündür. İşte gerçek ibadeti tebliğ eden şey de budur. Ben insanların en dindar olanlarını bu bakımdan yalnızca bu bakımdan anlarım. Ben özellikle iradesini bizzat kendimiz üzerinde uyguladığımız bir Allah’ın var olduğunu ima etmek istemiyorum. Ben arzu etmiyorum ve bundan daha çok fazla tasavvur edemiyorum ki bir birey maddi varlığının enkazından daha fazla yaşasın. Ne kadar zayıf zekâlar korku ile yahut gülünç bir egoizm ile buna benzer fikirler ile besleniyorlar. Yaşamın ezeli oluşunun esrarlı hissini duymak ve doğanın böylece hayret veren yapılışını sezmek ve böyle yapıdaki bir doğanın ne kadar küçük bir kısmı ile olursa olsun herhangi bir parçasıyla didine didine uğraşmak bana yeterli gelir.

  

                                                                                              Çeviren : Tuğrul Halil

 
Albert Einstein’ın yaşamı hakkında bilgi: http://tr.wikipedia.org/wiki/Albert_Einstein

 

projelerimiz>Öğrenme Devrimi>İHB>yeni Adamdan Seçkiler: http://www.beyaznokta.org.tr/projelerimiz_YeniAdam

 

Yukarıda güncel Türkçe'ye çevrilen metnin orijinal hali:

 

HAYATIN MANASINA DAİR

 Mevcudiyetimizin manası nedir, umu­miyetle yaşıyan canlı varlıkların mevcudiyetlerinin manaları nelerdir? Bu suale cevap verebilmeyi başarmak, dini hislere malik olmak demektir. Bana ohalde bu suali vazetmenin manası var mıdır? diye soruyorum. Cevap veriyorum. Herkim kendi hayatı­nın ve hemcinslerinin hayatlarının bir manadan mahrum olduğunu iddia ederse, o yalnız bir betbaht değil, fakat yaşıyabilmesi de az mümkün olan bir varlık olur. Biz faniIerin bu dünyadaki durumları nekadar gariptir. Herbirimiz arzda ancak kısa bir ziyaret için bulunuyoruz, adamoğlu bunun sebebini bilmiyor, fakat bir çok defalar şöylece hissediverdiğini sanıyor. O kadar derin düşünceye varmıya lüzum yok, şurası malûmdur ki günlük hayatta bir bakımdan herkes başkaları için, fert insanlık için olarak tezahür eder. Biz kendi ha­kiki saadetimizin şartları olan hem­cinslerimizin saadet ve refahlarıyla birlikte bizim için meçhul olan tanımadığımız bir yığın kimselerin de baht ve talihlerine kendiliğinden bağlı bulunuyoruz. İşte bütün gün zihnimi kurcalıyan bu neden suali.  Neden benim iç ve dış hayatım atalarımın ve muasırlarımın emeklerine, amellerine tabidir, ne­den?  Neden yaptığım ve yapaca­ğım her şeyde onların yaptıkları­nın muadilini vücude getirmiye mecburum, neden? Benim basit bir hayatı sürüklemiye ihtiyacım var. Ve hemcinslerimden bana zaruri olarak bahşedecekleri şeylerden daha fazlasını istediğimi ekseriya güçlükle anlarım.

İçtimai sınıf farklarının haklı adilane bir şey olmadığını ve nihayet böyle bir farkın şiddete dayanır olduğunu anlıyorum. Fakat bununla beraber sade, yani sınıfsız bir hayatın da herkes için gerek maddiyat ve gerek maneviyat için daha iyi olduğu inancındayım. Filozofik manasıyla insanın hürriyetine asla inanmıyorum. Hareket eden her şey yalnız harici bir tazyikin altında değil, fakat ondan daha evvel, deruni bir zaruretin tesiri altındadır. Schopenhauer'in “şüphesiz insan istediği şeyi yapabileceğini zanneder, fakat her istediği şeyi arzu edemez” sözü çocukluğumdan beri çok canlı bir şekilde benliğime nüfuz etmiştir.
Öyle ki hayatımda rasladığım her türlü tezahürlere, ve felâketlere, karşı bu fikir bana tesellinin ve müsamahanın tükenmez bir kaynağı olmuştur. Mesuliyet hissini faydalı bir şekilde tatlılaştıran ve onu okadar kuvvetli bir hale sokan ve ne bizi ne de başkalarını kendimize fazla ciddî yaptırmıyan böyle bir fikre inanmakla insan hayatın öyle bir mefhumuna vasıl olur ki orada ayrıca mizaha da yer verilir.

Kendisine has mevcudiyetinin ve başkalarının kendilerine has mevcudiyetlerinin  mana ve gaye­lerini anlamış olmak zehabına ka­pılmak, objektif bir görüşle daima her manadan mahrum olmak gibi gözüktü. Mamafi diğer taraftan her insanın hükümlerini ve cehit­lerini onunla idare ettikleri bazı ideâllere sahip oldukları inkâr edi­lemez. Böyle bir mana ile bu ba­kımdan telakki edilen refa ve saa­det bana asla mutlak bir gaye imiş gibi gözükmedi (Ahlâkın böy­le bir safhasına ben domuzlar ideal safhası diyorum). Yolumu aydınla­tan ve,bana çokça cesaret veren idealler iyilik, güzellik ve hakikat olmuştur.  Kanaatlerimin  iştirak ettiği bu şeylerle ahenktar olmayı hissetmeseydim ve gayeyi objek­tif olanı musırrane talep etmeseydim ebediyen yakalanamıyan sa­nat ve ilmi araştırmalar sahasında hayat bana mutlak bir şekilde boş gözükürdü. İnsan cehtinin musır­rane talep ettiği bayağı gayeler, mallara temellük, harici ve zahiri muvaffakiyetler, lüks, gençlik se­nelerinden beri bana daima şayanı tahkir olarak gözüktüler.

Karakteristik muhalefetinden dolayı adalet ve içtimai mecburiyetlere dair hararetli fikirlerimle kendimde daima insanlar gibi ol­mak ve onların cemiyetlerine yaklaşmak ihtiyacının yoklu­ğunu hissettim. Ben hakiki bir beygirim ki yalnız başıma çek­mek istiyorum. Esefe düşmeksi­zin hemcinslerimizle olan uzlaşmanın sınırı ancak gelecekte canlı bir şekilde hissedilir. Şüphesiz bu karakterde bir adam hulusu kalbinden ve gailesizliğinden bir kıs­mını kaybeder. Fakat hemcinslerinin kanaatleri ve itiyatlarındaki istiklâle nazaran daha geniş bir istiklâl kazanır, ve muvazenesini böylece metanetsiz müteselsil şey­ler üstünde kurmayı aramıya yel­tenmez. Muasırlarımın bana hay­ret ve saygılarının büyük bir kıs­mını hasretmeleri hakikaten talihin cilvesidir. Buna hak kazanmış olayım veya olmayayım. Bu hal  birçokları için kuvveden fiile getirilemez gibi görünen mütemadi bir çalışma ve naciz kudretimle bulduğum birkaç fikrin anlamak arzularımdan ileri gelmiş olsa gerekir. Ben çok kuvvetli biliyorum, herhangi bir teazziyi tahakkuk ettirmek için büyük bir mesuliyet taşıyarak bir kişinin onu idare ve tahtı tasarrufunda bulundurması icap etmez. Fakat tazyik altında idare edilenlerin şeflerini seçebilmelerinin lüzum ve manası yoktur. Kanaat getirdim ki zecri mutlak bir idare rejimi az zamanda dejenere olmıyabilir. Filhakika zecir daima ahlakiliği azalmış insanları cezp eder ve aynı şekilde fiilen şuna da kanaat getirdim ki dahi tiranların namussuz alçak halefleri de olduğu görülmüştür. Benim için insanlığın bütün mekanizmaları içinde en değerlisi devlet değil ferttir. Yaratıcı ve hassas şahsiyettir. Kitleler kalın kafalılık ve mahdut hislerle çevrelendikleri halde fert ulvi ve asil olanı yegâne yaratan varlıktır.

Hayatın en güzel yönü esrarengizliğidir. Bu sanatın ve hakiki ilmin beşiğinde olan şeydir. Bu daha ziyade fazla bir hayret ve taaccübün hissedilmediği bir şey, sanki gözlerinin feri, ışığı sönmüş bir ölümdür. İşte bu korku ile karışık esrarengiz şeyin intibaı beni de halketti. Bizim için gayrı kabili nüfuz olan şeylerin bilinmesi müdrikenin bu çok derin ve güzelliğin bu çok aydınlatıcı tezahürlerinin anlaşılması için iptidai şekilleri içinde mümkündür. İşte hakiki ibadeti tebliği eden şey de budur. Ben insanların en dindar olanlarını bu bakımdan yalnızca bu bakımdan anlarım. Ben bilhassa iradesini bizzat kendimiz üzerinde tatbik ettiğimiz bir Allah’ın mevcudiyetini ima etmek istemiyorum. Ben arzu etmiyorum ve bundan daha çok fazla tasavvur edemiyorum ki bir fert maddi varlığının ankazından daha fazla yaşasın. Ne kadar zayıf zekalar korku ile yahut gülünç bir egoizm ile buna benzer fikirler ile gıdalanıyorlar.  Hayatı ezeli oluşunun esrarlı hissini duymak ve tabiatın böylece şayanı hayret yapılışını sezmek ve böyle bir bünyedeki tabiatın ne kadar küçük bir kısmı ile olursa olsun herhangi bir parçasile didine didine uğraşmak bana kafi gelir.

 

                                                                                              Çeviren : Tuğrul Halil

 

 

Sayfa başına dön!