Bulunduğunuz sayfa :

Ana Sayfa >> Haberler >> HOLLANDA DENİLİNCE ...

Haberler

HOLLANDA DENİLİNCE ...

Çelişen çıkarların masaya taşınacağı ve bir şekilde uzlaşının aranacağı bir komite teşkil etmeksizin karara bağlanmış önemli bir konu yok gibidir

resim
24.09.2010

HOLLANDA DENİLİNCE...

 

Hollanda, futbol takımının son Dünya Futbol Şampiyonasında final oynamaya kadar yükselen başarısıyla gündemde ve çok kişinin dilindeydi.

Benim ilgimi çekişi, bir başka vesileyle daha önce olmuştu. Onların uçaklarıyla yapmak durumunda kaldığım bir seyahat sırasında elime aldığım “Holland Herald” adlı dergideki bir makalede anlatılanlar vesilesiyle oldu.

Orada yazılanlara geçmeden önce kısa bir ansiklopedik bilgi vermek gerkirse; genellikle düz ve alçak olan topraklarının % 40’ı denizleri doldurmak suretiyle kazanılmış; toplam yüzölçümü 41,526 km²(Konya İlimizden  %6-7 daha geniş); nüfusu 16,299,000; GSMH’sı 625.271 milyar dolar (Türkiye’ninki ile aşağı yukarı eşit; ancak kişi başına milli geliri 30,500 USD; bizimkinden 3,5-4 defa daha yüksek) olan ve meşruti krallıkla yönetilen bir ülke. Denizcilikte önemli gelişmeler kaydedip; onyedinci yüzyıldaki coğrafi keşiflerle zengin hammadde kaynaklarına ulaşmışlar. Egemenlikleri altına aldıkları o topraklarda(Endonezya gibi) kolonyalist bir ticaret ağı kurmalarının da etkisiyle ekonomik bakımdan güçlenmişler; Dünyanın sayılı bir ticaret merkezi ve deniz gücü haline gelebilmişler.

Makalenin yazarı Simon McKenzie yazısına, “Tanrı Dünyayı yarattı, fakat Dutch Milleti Hollanda’yı yarattı” diye başlamış. “Hollanda, kimi avrupa dillerinde basık/alçak toprak anlamında, Netherlands, Pays-Bas gibi isimlerle adlandırılmakta; bu adlandırmaya hak kazandıran gerçek, ülke topraklarının 2/3’ünün deniz basacak kadar düşük rakımlı olması ve ülke nüfusunun %60’ının deniz seviyesinin altındaki topraklarda yaşıyor olmasıdır” diye devam etmiş.

Söz konusu makalede yine bir Hollandalı olan Han van der Horst’un, Low Sky-Understanding the Dutch adlı kitabından şu cümleler nakledilmektedir:

“Ülkeyi ve toplumu deniz şekillendirmiştir. Su, hem bir arkadaş, hem de varlıklarını tehdit eden bir tehlikedir. Yabancılar, Hollandalılar için, su ile mücadele ediyorlar ve kazanıyorlar diye düşünse de; deniz olsun, nehir olsun suyu yenmek mümkün değildir; çünkü o çok daha güçlüdür. O nedenle insan için, onunla birlikte yaşamanın bir yolunu bulmaktan başka çaresi yoktur.”

“Hollandalılar için son 1.000 yılın başlıca uğraşısı, Deniz ve Nehir suyu ile birlikte yaşamanın yolunu arayıp bulmak olmuş; su ile mücadelede kazandıkları uzmanlık, bu milletin karakterini silinmez şekilde biçimlendirmiştir.”

“Suyla baş etmede başarının esası su, insan ve ekosistemin diğer canlı varlıkları arasındaki uyuşumu ve dengeyi gözetmek/korumaktır: gücünüzü sergileyeceksiniz önce; sonra, sıra ötekine geldiğinde ona müsaade etmeniz gerektiğini bilmeli ve anlamalısınız ki, sonuç sizin için utandırıcı olmasın. Gerçekçi olmalı ve sağduyunuzu kullanmalısınız; duygularınıza esir olmamalı, bilhassa kızmamalısınız. Her zaman aşırılığa kaçmadan itidalli olmalısınız. Dikkatli ve hep tedbirli olmak zorundasınız; uykuya dalarsanız, ayaklarınız ıslanmış halde uyanmak zorunda kalırsınız. Bütün bu özellikler, ulusun karakterinde yer etmiş; varlığımızı sürdürme ve düşünme yollarımızın taşları olmuştur.” İlginç tesbitler!

İnsanları bugün Hollanda olarak bilinen topraklara çeken, onuncu YY’da Ren, Maas ve Scheldt nehirlerinin deltasında oluşan zengin ve verimli topraklar olmuş. Denizin Gel-Git’lerinin meydana getirdiği ve sahil boyu uzanan doğal kum setleriyle korunan alüvyonlu bataklık topraklara o  nedenle yerleşmişler. Oraya yerleşen topluluğun denize “öte git” demesi, yani bu setlerin denize doğru ötelenmesi, yeni geniş duvarlar ve bentler inşasıyla ilk, M.S. 1000 yılında başlamış.

Sonraki uzun yıllar boyunca, bu çiftçiler ve ticaret erbabı insanlar, durmaksızın tekrarlayan Gel-Git’lerle oluşan doğal setleri, yenilerini inşa ile genişletip yükselterek denizi daha da öteleyebilmişler. Zamanla bu bentlerin çevresinde yerleşim yerleri kurmaya başlanmışlar. Nitekim Amstel nehri boyunca inşa edilen ilk bent bugün hâlâ ayakta ve Amsterdam şehrinin merkez meydanını oluşturmaktaymış.

Bugün, denizin 1990’lardaki çizgisini aşmaması ve toprakların suyun altında kalmaması için her yıl 12 milyon metreküp kumu küremek zorunda imişler.

Yavaş ve fakat kararlı bir şekilde denizden toprak kazanma veya toprak kaptırmama faaliyeti, bu insanlara suyla başetme yolunda önemli ölçüde pragmatizm ve uzmanlık kazandırmış. Bugün ülkede 27 Bölgesel Su İdaresi (waterschappen) bulunmakta; bunlar, bulundukları bölgenin su bentleri, su seviyesi ve su kalitesi  yönetimi ve denetimiyle görevli olup; günlük olarak 3.500 km’lik kıyı boyunca ülke topraklarının su taşkınlarından korunması sorumluluğunu taşımaktadırlar.

Dutch dilinde “schap” kelimesi, topluluk(community) anlamında kullanılmakla beraber “küremek” ve “yaratmak” anlamlarına da gelen “schappen” kelimesinden türemiş. İlginç bir benzeşmeyle, Hollanda gibi bir ülkede toplumu yaratabilmenin/var edebilmenin, suya karşı korunmak için kumu ittirmekle/küremekle mümkün olabildiği gerçeğiyle çok güzel örtüşmektedir.

Orta Çağ’dan beri, su baskınlarına karşı suni duvarlarla korunmuş bir toprak parçasında toplum halinde yaşamı paylaşmak insanları, ister istemez, kollektif çalışmaya ve dayanışma içinde olmaya zorlamış; bu hal, “münferit isteklerle/çıkarlarla, toplum için iyi olan” arasında gelenekselleşmiş bir uzlaşı modelinin ortaya çıkmasına da yol açmış.

Münferit mücadelede başarı şansı bulunmadığından, ortamın tehditlerine/ tehlikelerine karşı kollektif mücadele yolu kaçınılmaz olmuş. O nedenle birbirlerine güvenme ihtiyacı içinde, ortak projelere katılımda herkes kendi payına düşeni ortaya koyma ve “herkes için iyi olan” çözümü bulmada işbirliği yapmayı alışkanlık haline getirmişler.

Bu alışkanlık o milletin politik hayatına da yansımış. Çok partili demokratik bir sistemin uygulandığı Hollanda’da hiçbir zaman tek parti hükümeti olmamış! Hep koalisyon hükümetleriyle yönetile gelmiş bu ülkede uzlaşı kültürü, günlük hayatın her alanında kendisini hissetirmekte imiş. Yazar şöyle diyor; “çelişen çıkarların masaya taşınacağı ve aralarında bir şekilde uzlaşının aranacağı bir komite teşkil etmeksizin karara bağlanmış önemli bir konu hemen hemen yok gibidir”!..

Bunları okuyunca ülkemi düşündüm...

Yaşamımızı sürdürebilmek için hemen hiçbir tabiat olayı tehdidi altında değiliz; yaptığımız çürük/kaçak binaların altında kalarak binlerce insanımız ölüyorsa o tabiatın yasası gereğidir. Elmanın ağaçtan yere düşmesi gibi.

Bu kadar bol nimetin bulunduğu bir ülkede yaşayan insanlarımızın, yaşam koşullarındaki doğal zorluklara rağmen Hollandalıların dünyanın sayılı denizci milletlerinden olmalarına; sanayileşmiş-gelişmiş ülkelerinden biri olabilmelerine; kişi başına milli gelirlerinin bizimkinden 3,5-4 misli daha yüksek olmasına bakarak; kendilerini sorgulamalarını ve nerede yanlış yapıyoruz sorusunu sormalarını-cevabını aramalarını beklemek çok şey beklemek midir?..

Sanmıyorum! Ama soranımız yok gibi!

Neden dersiniz?

18.09.2010

Necati Saygılı

Sayfa başına dön!

Bulunduğunuz sayfa :

Ana Sayfa >> Haberler >> HOLLANDA DENİLİNCE ...